Kazan Devlet Üniversitesi
Tarih Fakültesi / Tataristan
Gerçeğin Peşinde
Dünya üzerinde Türkçe
konuşan değişik milletler arasında belki de en olağandışı ve gizemli
olanlardan
biri de Çuvaşlardır. Bu durum, Çuvaşların Çin sınırı yakınlarında bir
yerlerde
oluşan en eski Türk halklarından biri olduğu gerçeği ile açıklanabilir.
Çuvaşlar, daha sonraları, birkaç yüzyıl boyunca Asya ve Avrupa’nın
değişik ülkelerinde
başıboş dolaştılar ve neticede 20. yüzyılda Türklerin, Slavların ve
Finno-Ugrik
halkların bulunduğu Orta İdil bölgesine yerleştiler. Değişik ülkelerde
yüzyıllar boyunca süren başıboş dolaşmaları sırasında, çok farklı
kültürleri ve
medeniyetleri içselleştirdiler.
Çuvaş dili, Asya ve
Avrupa’nın ondan fazla değişik dillerinden unsurlar içermektedir.
Moğolca,
Çince, Ön Asya dilleri, Ugrik, Farsça, Arapça ve Eski İbranicenin bütün
lehçelerinden kelimeler içermektedir. Bunlara ilaveten, daha sonraları
Slav ve
Finno-Urgik dillerin yanı sıra, uluslararası kelime hazinesinden de bu
dilin
kelimeler aldığını belirtmeye bile gerek yok. Bu yüzdendir ki,
müşteşrik/oryantalist Fraen bir seferinde Çuvaş dilini, değişik
lehçelerin
karışımı anlamına gelen ein verbastertes deyimi ile tanımlamıştır.
Bununla
birlikte, Çuvaşların da diğer milletler üzerinde yoğun bir etkide
bulunduklarını gözlemlemekteyiz. Özellikle, Farsça, Moğolca, Osetince,
Avarca,
Çeçence- İnguşça, Rusça, Almanca ve Macarcada Çuvaş dilinden alınmış
kelimelere
rastlanılmaktadır. Hala, özellikle Mari, Udmurt, Mordovyan ve Komi
dillerinde
bol miktarda Çuvaşça kelime bulunmaktadır.
Yukarıda verdiğimiz
bilgiler, değişik ülkelerden meraklı bilim adamlarının uzun süredir
niçin bu
garip milleti ve bunların orijinine dair muammayı anlamaya ve açıklamaya
çalıştıklarını net bir şekilde açıklığa kavuşturmaktadır. Fakat, bu
bilim
adamları bu insanların geçmişleri ile alakalı hiçbir delil
bulamamışlardır.
Çünkü, Çuvaşların ataları kendilerine ait bir yazıya sahip olmamışlar ve
dolayısıyla kendileri ve orijinleri/asılları ile alakalı geride hiçbir
bilgi
bırakmamışlardır. Tarihçiler de, genellikle gerekli bilgilerde bir
eksiklik
olduğunda, arkeologlar, etnografyacılar ve dil bilimciler gibi alakalı
disiplinler ya da yakın alanlardan uzmanların yardımına
başvurmaktadırlar. Yine
de, bizim vakamızda söz konusu bilimlerin de bir yardımı olmamaktadır.
Çünkü,
Çuvaşların kendi bilim adamları bulunmazken, Rus ve uluslararası bilim
adamlarının Çuvaşları incelemeye harcayacak zamanları yoktur. Bu
yüzdendir ki,
Çuvaşların tarihi ve orijinlerine kafa yoran tarihçiler kendi
hipotezlerini
kurmak zorundadırlar.
Aşağıda
bunlardan en çok bilinenlerin kısa bir listesi bulunmaktadır. Böylece,
Prof.
Sboev Çuvaşların, bir zamanlar Orta İdil bölgesinde yaşamış olan
Butasların
soyundan geldiği sonucuna ulaşmıştır. Prof. Tikhomirov ise Çuvaşların,
eski
Rus el yazmalarında Mariler, Mordovanlar ve Çuvaşların diğer komşuları
ile birlikte adı geçen eski
Veda kabilesinin soyundan olduklarına inanmaktadır. Öte yandan, Prof.
Khudyakov
bunların Avarların soyundan geldiğini düşünmektedir. Prof. Klauson da,
bunlara
eski Tavgac halkının soyu olarak bakmaktadır. Prof. Khalikov ise, bu
halkın
İmenkovskaya ve Azelinskaya arkeolojik kültürlerinin yaratıcısı
olan Kama bölgesinin en eski sakinlerinin soyundan geldiğine
inanmaktadır.5
Prof. Tatischev de, Çuvaşların eski İdil Bulgarlarının soyundan olduğunu
düşünmektedir. Prof. Ashmarin, Bulgar müttefikleri olan Suvar
kabilesinin
soyundandırlar, demektedir. Prof. Kakhovskiy, bunların Çuvaş dilleri
konuşan
ikinci tip Bulgarların takipçisi olduğunu ifade ederken, Prof. Malyutin
de
Çuvaşların ikinci tip Bulgarların soyundan geldiği görüşünü
paylaşmaktadır. Prof. Fraehn, bunların "Eski Hazarların dağılmış kolu”
olduğunu
belirtirken, Prof. Yegorov, Çuvaşların eski Sümerlerin ta kendisi
olduğu
sonucuna ulaşmaktadır. Akademisyen Marr ise değişik yayınlarda,
"Çuvaşlar İdil üzerindeki Jefeditlerdir”, "Çuvaşlar
Sarmatyanlılardır”, "Çuvaşlar bizim Basklarımızdır”, "Çuvaşlar,
isimlerine göre, Sümerlerdir”, "Çuvaşlar Kuperlerdir”, "Çuvaşlar
İberyanlardır” vesaire gibi Çuvaşlar hakkında çok miktarda görüş ileri
sürmektedir.
Yani, Çuvaşlarla ilgili
tarihi literatür, bunların etnik oluşumu konusundaki yorumlarda çok
farklı ve
birbirleriyle çelişen fikirler sunmaktadırlar ve sıradan bir okuyucu
için
bunların nerede doğru, nerede yalan söylediklerini anlamak tamamen
imkansızdır.
Herhangi bir yorumu doğru bir şekilde anlamak ve değerlendirmek için, bu
teorilerin yaratıldığı ve akraba bilim dallarındaki gelişmelere
dayanarak
değiştirildiği şartları gözler önüne sereceğiz.
Mesela,
Rus Bilimler Akademisi üyeleri 18. yüzyılda Çuvaş bölgesindeki
incelemelerine
başladıkları zaman, Çuvaş yerleşimlerinin Finno-Ugorlar ile yanyana
yerleştiğini ve Çuvaş halkının Finli kıyafetler giydiğini ortaya
çıkarmışlar ve
Çuvaşların yerli Finliler olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Bu dönemin
hemen hemen
tüm önde gelen bilim adamları bu fikri paylaşmaktaydılar. Bu bilim
adamlarından
bazılarının isimleri şunlardır: Erdmann, Garcey, Isaac Maas, Georgi,
Miller,
Gmelin, Falk, Castrin, Alkvist, Karamzin, Polevoy, Firsov, Radlov ve
diğerleri.
Ancak, akraba bilimlerin uzmanları, antropolojik özellikleri, etnik
kültürleri
ve dilleri açısından Finno-Ugorlardan kesin bir şekilde farklılık
gösteren
Çuvaşların hiç de Finli olmadığını saptadıkları zaman, tarihçiler başka
hipotezler ileri sürmeye mecbur kalmışlardır. Bu sefer de, Çuvaşların
yerli
soyları hakkında ahkâm kesilerek, bunların tamamen bağımsız bir orijinle
ayrı
bir millet oldukları ve tarih öncesinden beri kendi toprakları üzerinde
yaşayageldiklerine dair bir hipotez ileri sürülmüştür. Yerel
entelektüeller
arasından bu hipotezin takipçileri, bir postula bile geliştirerek
"Çuvaşlar Çuvaşlardan neşet etmişlerdir, başkalarından değil; bunlar en
erken zamanlardan beri kendi toprakları üzerinde yaşamaktadırlar”
diyorlardı.
Ancak arkeologların, yaptıkları araştırmalar neticesinde Çuvaş bölgesi
ve komşu
bölgelerde eski Çuvaşlardan kalan hiçbir arkeolojik kalıntının
bulunmadığını
saptamalarından dolayı, bu yorumu da ispatlamakta başarısız oldular.
Böylece,
arkeologlar, kive syava tipi pagan defin alanlarınca temsil edilen bu
Çuvaş
arkeolojik anıtlarının, Çuvaş yerleşimlerinin ve kiremet kartı denen
tapınakların
Moğol istilasından sonra ortaya çıktıklarını göstermektedirler. Ayrıca,
yazılı
kaynaklar Çuvaşların eski zamanlarda burada yaşamadığını ve bu
topraklarda, ilk
olarak, sadece beşyüz yıl önce görüldüklerini göstermektedir.
Bundan sonra, pek çok
tarihçi Çuvaşların İdil Bulgarlarının soyundan gelmiş olabileceklerini
düşünmeye başladı. Bu fikir pek çok bilim adamı tarafından oldukça
mümkün bir
yaklaşım olarak görüldü, çünkü Bulgarlar Moğol istilasından sonra tarih
sahnesinden silinirken, bundan çok kısa bir süre sonra Çuvaşlar meydana
çıkmaktaydı. Bu yüzdendir ki aşağıdaki bilim adamları Bulgar orijini
fikrini
desteklemişlerdir:
Tatishchev, Shafarik,
Ilminskiy, Kunik, Ashmarin, Gombocz, Kakhovskiy, Dimitriyev, Malyutin,
Baskakov
ve diğerleri. Bütün bu bilim adamları, "Moğol istilasından önce İdil’in
sol kıyısında yaşamakta olan ve Çuvaş dili konuşan İdil Bulgarları, 1236
yılında Moğol orduları tarafından dağıtıldı ve bunlar İdil’in sağ
kıyısına
göçerek, burada Çuvaşlar diye çağrılmaya başladılar” görüşünü
savunmaktadırlar.
Orta İdil Tatarlarının da, kendilerinin Bulgarların soyundan geldiğini
düşünmelerinden ve hatta Bulgar geçmişlerini hatırlamalarından dolayı,
istila
sırasında Bulgarların bir kısmının İdil’in sol kıyısında kaldığı ve
bunların
zamanla Tatarlara dönüştüğü; İdil’in karşı kıyısına geçenlerin ise
zamanla
Çuvaşlara dönüştüğüne inanılmasına karar verildi. Tatarların Müslüman ve
Çuvaşların pagan olduğu gerçeğinden yola çıkarak, bu bilim adamları sol
kıyıdaki Bulgarların Müslüman kalmaya devam ettiğine, ancak sağ kıyıdaki
Bulgarların İslam’ı terk ederek Çuvaşlara dönüştüklerini düşünmek
üzerine fikir
birliğine vardılar. Bu yorumdaki Bulgar hipotezi tarihçiler arasında
büyük bir
şöhret kazanarak, bir çeşit resmi tarihe dönüştü ve birçok ülkede tarih
hakkındaki
ders kitaplarına, araştırma el kitaplarına ve referans sözlüklerine
konuldu.
Yine akraba bilimlerden
akademisyenler, daha sonra yaptıkları yeni keşifleriyle, bu Bulgar
hipotezini
de reddettiler. Dil bilimciler, Bulgarların Çuvaşça konuşmayıp, yaygın
bir
Türkçe konuştuklarını ispatladılar. İlahiyatçılar ise yüzyıllar boyunca
Bulgarların samimi Müslüman olduklarını ve bu yüzden İdil’i geçtikten
sonra
pagan Çuvaşlara dönüşmelerinin imkansız olduğunu, çünkü İslam tarihinde
hiçbir
zaman böyle bir olay yaşanmadığını ispatladılar. Arkeologlar ve
etnografyacılar
da, teknolojileri, ekonomi ve üretimlerindeki gelişme seviyesi açısından
Çuvaşların Bulgarlardan büyük ölçüde farklı olduğunu ispatladılar.
Çünkü,
Bulgarlar demircilik ve kuyumculukta son derece kabiliyetli iken ve
ürünleri
hala pek çok müzeyi süslerken, Çuvaşlar kuyumculuğu hiç
bilmemekteydiler.
Bulgarlar iyi debbağlardı ve boyayarak işledikleri deriler "bulgar
tovar”
olarak bilinmekteydi ve Doğu’da pek çok ülkede bu özellikleriyle ün
yapmışlardı;
Çuvaşların ise deri üretimi bulunmamaktaydı. Bulgarlar usta
çömlekçiydiler ve
bunların cilalı seramikleri bütün Orta İdil bölgesinde bilinmekteydi;
Çuvaşlar
ise, sıvalı seramikler dışında çömlekçilikten anlamamaktaydılar. Genel
olarak,
Bulgarlar zanaatkarlardı, Çuvaşlar ise yakın zamana kadar zanaatkarlıkla
uğraşmamışlardır. Eğer Bulgarlar Çuvaşların atası olmuş olsaydı,
yüzyıllar
boyunca uyguladıkları bütün kültürlerini sadece ve basit bir şekilde
İdil’i
geçmekle aniden yitirmiş olamazlardı. Akraba/yakın bilim dallarının bu
delilleri ve daha pek çok diğer kanıtlar, tarihçileri Bulgar hipotezinin
yanlışlığı konusunda kesin bir şekilde ikna etti.
Ancak,
bu hipotezin bütün saçmalıklarını fark etmelerine rağmen, bu hipotezin
bazı tez
canlı savunucuları, bu hipotezi yine de doğrulamaya teşebbüs ettiler.
Mesela,
Prof. Ashmarin, uzun zamandır şu görüşü ileri sürmektedir; eğer
Bulgarların kendisi Çuvaşlara dönüşmediyse, bunlar onların müttefiki
oldular, Çuvaşların isminin
Çuvaş dilini konuştukları iddia edilen Suvarların isminden geldiği
varsayılmaktadır. Bu bilim adamının da kendi takipçileri vardır;
okuyucularını Çuvaşların Suvarların soyundan geldiğine ikna eden Çuvaş
tarihçi
Dimitriyev gibi. Fakat, arkeologlar Tankeevska yakınlarındaki Suvar
mezarlıklarını ve Suvarların eski yerleşim yerlerini kazdıklarında,
defnedilmiş
olanların Çuvaşlar olmadığını, maskeli olarak defnedilen bu kişilerin
tipik
Ugor olduklarını gördüler. Macarlarla alakalı olan bu milletler,
ölülerini
yüzlerinde maske olduğu halde defnetme geleneğine sahip olan Khantı ve
Mansilerdi. Daha sonra ise, Suvarların 10-14. yüzyıllarda Bulgarlar
tarafından asimile edildiği ve Türkleştirilmiş soylarının hala
Tatarlarla
birlikte Tataristan’daki yerleşim yerleri olan Ik-Suvar, Nir-Suvar,
Sham-Suvar,
Yana-Suvar (Yantsevarı) ve diğer bölgelerde yaşadıkları ortaya
çıkarılmıştır.
Yani, Suvarlar da Çuvaşların ataları olamaz.
Daha sonraları, Çuvaş
tarihçiler Kakhovskiy ve Malyutin, Çuvaşların iyi bilinen Türkçe konuşan
Bulgarların soyundan gelmediğini, aksine pek tanınmayan Çuvaşça konuşan
Bulgarların soyundan geldiğini ispatlamaya çalışmışlardır. Bunlara göre,
eski
zamanlarda Orta İdil bölgesinde Çuvaşların atası olan Çuvaşça konuşan
Bulgarlar
aynı dönemdeki Türkçe konuşan ve Tatarların ataları olan Çuvaşlarla
yanyana
yaşamaktaydılar. Bu versiyon oldukça çekici görünmektedir. Şayet, bu
"Çuvaşça konuşan Bulgarlar” sadece hayallerde yaşamayıp gerçek dünyada
da
var oldularsa; şayet birileri herhangi bir yerde ve herhangi bir zamanda
bunlara şahit oldu ya da bunlardan bahsettiyse; ya da şayet bu
"Bulgarlar”
yer yüzünde en azından, kive syava tipi Çuvaş pagan defin arazisi, Çuvaş
yerleşimleri ya da kiremet kartı tapınakları gibi ufacık bir iz
bıraktıysa bu
hipoteze inanmak bile mümkündür.
Fakat, hiç kimse ne bu Çuvaşların
"ataları”nı gördüğü için, ne de bunlardan kalan arkeolojik kalıntıları
bulduğu için bu hipotezin de sadece ve sadece bazı hayalperestlerin
aylakça
konuşmaları olduğu ispatlanmıştır. Genel olarak konuşacak olursak, bütün
varyasyonları ve yorumlarıyla birlikte Bulgar-Suvar hipotezinin tamamı
çoktandır eskimiş ve gündemden düşmüştür.
Yukarıdaki
varsayımlar ve hipotezlerden tam olarak bahsettik, çünkü tarih
hakkındaki ders
kitaplarında, referanslarda ve Çuvaşlar üzerine uzmanlaşmış literatürde
yaygın
bir şekilde bu hipotez ve varsayımlarla karşılaşılabilmektedir ve bunlar
çoğunlukla okuyucuları aldatmaktadırlar. Bununla birlikte, bu
hipotezlerin
farkında olmaksızın, okuyucu, bizim aşağıda anlatacaklarımızı anlamakta
güçlük
çekecektir.
Çuvaşların Gerçek Ataları
Bize Çuvaşların gerçek
atalarını gösteren yine arkeoloji, etnografya ve dil bilimi gibi
akraba/yakın
bilimler olmuştur. İki yüzyıldan daha fazla bir süredir tarihçiler Orta
İdil
bölgesinde bulunan önceki milletin Çuvaşların etnik oluşumunu sağlayan
millet
olduğunu iddia ederken, yakın bilimler Çuvaşların atalarının
Hun-Hazarlar
olduğunu gösteren önemli keşiflerde bulunmuşlardır. Bu sonuca
ulaşabilmek için
birçok aşamadan geçmek gerekmektedir. Birincisi, dil bilimciler Çuvaş
dilinde
Eski İbranicenin kelime hazinesinden çok miktarda kelime bulunduğunu
saptamışlardır. Bu kelimelerin alınmasının sadece ülke yönetiminin
Yahudilerin
elinde bulunduğu Hazar Hanlığı’nda mümkün olabileceği anlatılmaktadır.
İlahiyat
bilimlerindeki uzmanlar da, daha sonra, Çuvaş paganlık dininin, yine
sadece
Hazar Hanlığı’ndan alınması mümkün olan, Yahudiliğin dogma ve
fetişlerine sahip
olduğunu ortaya çıkarmışlardır. Etnografyacılar da, eski Çuvaş pagan
dininin
takipçilerinin uygulamalarında, Yahudi cenaze törenleri, Yahudi evlilik
adetleri vesaire gibi pek çok Yahudi halk geleneğinin gözlemlendiğini
ispatlamışlardır. Ancak, en kararlı hüküm, eski Hazar Hanlığı’nın
toprakları
üzerinde Çuvaş tipindeki pagan defin yerleri ve Çuvaş tapınakları bulan
arkeologlar tarafından verilmekteydi. Bütün bu bulgulardan sonra varılan
sonuç,
Çuvaşların Orta İdil’e eski Hazar Hanlığı’ndan geldikleridir ve bu sonuç
biraz
sonra bahsedeceğimiz bütün önde gelen tarihçiler ve etnografyacılar
tarafından
doğrulanmıştır: Fraehn, Fuchs, Sboyev,
Malov, Rittikh, Hunfalvy, Komissarov, Kuzmin-Yumanadi ve diğerleri.
Ancak, Çuvaşların
Hazarların soyundan geldiğini söylemek hemen hemen hiçbir şey söylememek
anlamına gelir, çünkü Hazarlar asla bir halk olarak var olmamışlardır.
Yine de,
eski zamanlarda "Hazarlar” olarak adlandırılan pek çok kabile milletinin
yaşadığı bir yer olan bir Hazar ülkesi bulunmaktaydı. Hazar Hanlığı’nın
dağılmasından önce bile, burada sadece bir değil, üç farklı etnik grup
yaşamaktaydı: Türko-Hazarlar, Hunno-Hazarlar ve Yahudi Hazarlar. Dil
bilimciler
de, bu üç gruptan hangisinin Çuvaşların etnik oluşumunu teşkil ettiği
sorusuna,
bugün Hunno-Hazarların sahip olduğu gibi değişmiş haliyle bir Türkçe
kullanan
ikincisini göstermek suretiyle, bir cevap vermektedirler. Bunu takip
eden
sonuçta ise, Çuvaşların atalarının Orta Asya’dan gelmiş olan Hunno-
Hazarlar
olduğu belirtilmektedir. Aşağıdaki bilim adamları da aynı görüştedirler:
Aristov, Bartold, Khattory, Firsov, Munkachy, Ramstedt, Gumilev ve
diğerleri.
Bu Hunno-Hazarların kim
oldukları ve nereden geldiklerini anlayabilmek için, şimdi tarihlerine
şöyle
bir bakalım. Eski Çin yazılı kaynaklarına göre, bir zamanlar çok güçlü
olan Hun
kabileleri, henüz yazılı tarihe geçilmemiş olan bir erken dönemde, Orta
Asya’da, Moğolistan toprakları üzerinde yaşayan ve kendilerini "insan”
ya
da "halk” anlamına gelen bir Moğolca kelime olan "Hun” diye
isimlendiren bir halktır. Bütün Moğollar gibi bunlar da göçer hayvan
yetiştiricileriydi. Antropolojik özelliklerine göre ise, bunlar bazı
küçük
Avrupalı özellikleriyle Mongoloidlerdi. Hunlar, Hunca konuşmaktaydılar
ve
proto-Moğol bir dil olan Hunca, Türkçe, Çince ve Ön Sibirya dillerinden
unsurlar içermekteydi. Bir Çin uzmanı (Sinolog) olan ve uzun bir süre
eski
Çince yazılı belgeleri kullanarak eski Hunların tarihi ve dilerini
araştıran
Rus bilim adamı Prof. N. Bichurin, Hunların Moğolların atası olduğu ve
bunların
dilinin baskın bir şekilde Moğolca olduğu sonucuna ulaşmıştır. Prof. B.
Bergman, P. Pallas, Yu.
Venelin, D. Ilovaiskiy, K. Neumann
gibi bazı diğer araştırmacılar da, diğer bazı fikirleri de ifade
etmelerine
rağmen, aynı sonuca ulaşmışlardır.
Milattan
sonraki ilk yıllar ya da ilk asırlarda, bir zamanlar tek kitle halinde
ve
monolitik olan Hun kabilesi Kuzey ve Güney Hunlar olmak üzere iki gruba
bölündü.
Kısa bir süre sonra, Güney Hunları Çinlilerle bir ittifak yaparken, daha
doğrusu onlara katılırken; Kuzey Hunları Çinlilerin ve kendi soyundan
olan
Güneylilerin düşmanı olmaya devam ettiler. M.S. 124 yılında, Kuzey
Hunları
Güney Hunları ve Çinlilerden oluşan ortak güçler
tarafından ağır bir yenilgiye uğratıldı ve batıya doğru başıboş bir
şekilde kaçmaya zorlandılar: İlk
önce, Kuzey Batı Moğolistan’a, sonra, Güney Sibirya’ya ve en sonunda
Avrupa’ya.
Asya’dan Avrupa’ya doğru göç ederken yolları üzerindeki değişik
göçmenlerle
birleştiler, "Halkların Büyük Göçü”nü başlattılar ve 370 yılında çok
dilli
beş ana kabileden oluşan bir birlik, Hunlar adı altında Avrupa’yı istila
etti
ve burada bir Hun devleti kurdu. Bu Hun devletinin parçalanmasından
sonra,
bunlar Hazarya’ya yerleştiler ve burada Hun-Hazarlar ismiyle tanınır
oldular.
Henüz Avrupa’ya ulaşmadan önce, Aral gölü yakınlarındalarken, Çin
kaynaklarında
Kangyuy olarak geçen büyük bir Türk kabilesi ile birleşmişlerdir. Bu
tarihten
sonra Hunlar, Türkler tarafından kuşatılmış ve bundan sonraki
kaderlerinin
tamamı Türkçe konuşan değişik kabileler ve milletlerle bağlantılı hale
gelmiş
ve bu bağıntı sayesinde de tedricen Çuvaşlara dönüşmüşlerdir.
Genelde, bütün Çuvaşların
etnik oluşumu temel olarak proto-Moğol dillerinin Kuzey Hunları
tarafından
Türkçe lehine değiştirilmesini kapsamaktadır. Antropoloji, kültür ve
hayat
tarzları gibi diğer alanlarda, Türklerden çok az farklılıklar
göstermekteydiler. Kendi proto-Moğol dillerinden Türkçe lehine
değişiklik
yapmaları öyle basitçe Hunca kelime hazinesinin Türkçe lehine
ikamesinden
ibaret değildi, bunu, kendi Moğol fonetiğinin tarz ve kurallarından
sonra
alınan Türkçe kelimelerin keskin bir değişimi ve bozulması takip etti.
Bu
yüzden, "z”nin yerini "r” (rotasizm) aldı, "ş”nin yerini
"l” (lambdaizm) ve "k” (g)nin yerini "h” (şetasizm) aldı.
Aşağıda, alınan Türkçe kelimelerin Hun-Hazarları tarafından nasıl
telaffuz
edildiğinin örneklerini bulacaksınız: "boz”-"bor” (buz),
"iz”-"ir” (iz), "sekiz” - "sekir” (sekiz),
"togoz”-"togor” (dokuz), "otoz”-"otor” (otuz), vesaire. Bu
durumda lamdaizm prensibini takip eden aşağıdaki Türkçe kelimelerin
Hunca
telaffuzları şöyledir: "kemeş”-"kemel” (gümüş),
"zitmeş”-"zitmel” (yetmiş), "kiş”-"kil” (kış). "k”
("g”) yerine "h” sesinin ikamesinin sebep olduğu transformasyonlar da
şöyledir: "kara”-"hara” (siyah), "katı”-"hatı” (katı),
"kapka”-"hapha” (kapı), "kaynak”-"haymah” (kaymak),
vesaire. Bütün bu dönüştürülmüş kelimeler konuşmacıların bir alışkanlığı
haline
gelmiş ve konuşmalarında kalmıştır. Bunu dilin gramatik yapılarının eş
zamanlı
dönüşümü izlemiştir, bu da uzun vadede yeni bir rotasizing bir lehçenin
oluşumuna yol açıp daha sonra da Çuvaş dili haline gelmiştir.
Böylece, Çuvaş dili,
Türkçe kelimelerin proto-Moğol ses formlarına girmesiyle, yani, Türkçe
kelimelerin proto-Moğol sesleri ile melezlenmesinin bir sonucu olarak
ortaya
çıkmıştır. Bu süreç, Hunların büyük ölçekli bir Türkleştirme süreciyle
eş
zamanlı olarak yer almıştır. Bu bakış açısından, Çuvaş dili ferden ve
dil
bilimcilerin üzerine bolca yazdıkları Altay dil ailesinin varlığı ile
hiçbir
ilişkisi olmadan bağımsızca oluşturulmuştur. Bir Türk r-dil ailesi
olmadığını
ve sadece aşağıdaki üç grup halkın bu dili konuştuğunu düşünmekteyiz:
Çuvaşlar,
Kavarlar Çuvaşlardan ayrılarak Macaristan’a gidenler ve
Bulgar-Tatarlarla
karışan Besermenler. Bir zamanlar bazı dil bilimciler r-dilini de İdil
Bulgarlarına atfetmişlerdi, fakat bu varsayımın, Besermenlerin mezar
kitabesi
metninin yanlışlıkla Bulgarlara atfedilmesiyle ortaya çıktığı ve yanlış
olduğu
ispatlandı.
Çuvaşların atalarının
Türkleştirilmesi, Hunlar ve Çuvaş dilinin oluşması sürecinin tamamı üç
aşamaya
bölünebilir. Birinci aşama, Türkçe kelimelerin alınarak proto-Moğol
fonetiğinin
kurallarına göre değiştirilmesiyle, ki bu r-lehçesinin ve daha sonra da
Çuvaş
dilinin ortaya çıkmasına vesile olmuştur, karakterize edilebilir.
Kronolojik
olarak, bu aşama "Halkların Büyük Göçü” ve Hun Devleti’nin varlığını
sürdürdüğü döneme denk gelmektedir.
Eski proto-Moğol fonetik
sterotipini yitirmiş olan Çuvaşların atalarının Türkleştirilmesinin
ikinci
aşamasında, rotasizm ve lamdaizme maruz bırakılmaksızın, yeni Türkçe
kelimelerin alımı sürdürüldü. Ancak, daha önce alarak dönüştürdükleri
kelimeleri muhafaza ettikleri için, bu diyalekt halihazırda savaşçıların
ve
aristokratların dili haline gelmiş ve bütün görünüşüyle sadece imtiyazlı
kastın
anlayabildiği karmaşık bir jargon olarak sırf prestij için muhafaza
edilmiştir.
Tarihsel olarak Hazar dönemi ile kesişen bu aşamada, Çuvaş dilinin
Türkçe
kelimelerin yanı sıra kadim İbranice ve Farsça kelimeleri de içermeye
başlaması
çok önemlidir. Bu kelime alımları ne rotasizm (r) ne de lamdaizm (l) ile
karakterize edilmektedir, bu da bu dönemde eski Hunca fonetik
steriotipinin
yitirildiğini bir kez daha ispatlamaktadır. Tıpkı birinci aşamasında
olduğu
gibi Türkleştirmenin ikinci aşamasında da Çuvaş dili esas olarak j-sesli
kelimeleri benimsemiştir: "jol” (yol), "julduz” (yıldız),
"jangir” (yağmur), "jurak” "yarık” vesaire gibi, fakat Çuvaşlar
"j” harfini yumuşak bir "s” gibi telaffuz etmekteydiler.
Çuvaş dilinin
Türkçeleştirilmesinin üçüncü aşamasında, y-sesli Türkçe kelimeler
benimsenmiştir. Bu benimsemede hakim olan kelimelerden bazıları
şunlardır:
"Yola” (adet), "yuri’ (amaç), "yuşkon” (kum), "yomzak”
(yumuşak) vesaire. Kronolojik olarak, bu dönem Orta İdil bölgesinde
Kıpçak
kabilelerin ortaya çıkmasından günümüze kadar geçen dönemle
kesişmektedir.
Aslında, Çuvaşçanın ve
Çuvaşların Türkleştirilme süreci burada tamamlanmıştır. Ancak, sürecin
tamamen
sona erdirildiğini düşünmemiz gerektiği son derece açıktır, çünkü
Çuvaşlar
hiçbir zaman kelimenin tam anlamıyla Türk olmamışlardır. Çuvaşların
dili,
kelime hazinesi bakımından sadece %50’den biraz fazla olmak kaydıyla
Türkçe
kelimlerden oluşmuştur, geri kalan kısmı ise birçok dilden alınan kelime
hazinesi tarafından teşkil edilmektedir ki, bunun eski kısımları
Moğolcayı
içerdiği gibi Rusçanın da bir baskınlığı söz konusudur.
Teoride, Çuvaşların bir
etnik grup olarak tarih sahnesine çıktıkları tarihi M.S. 820 yılı olarak
kabul
edebiliriz. Bu tarihte, Hazar Hanlığı’ndaki Hunlar iki kola ayrılmışlar
ve
bunlardan biri "çuaş” ya da "çuvaş” şeklinde adlandırılırken,
diğerleri "kavar” ya da "kabar” şeklinde ismlendirilmişlerdir. Ne var
ki, "çuaşlar”dan Bizans kaynaklarında hiç bahsedilmemektedir. Kaşgarlı
Mahmud’un ünlü eseri "Divan-ı Lügat-it Türk”te de Çuvaşça ve Çuvaşça
kelimelerden bahsedilmemektedir, çünkü 11-12. yüzyıllara geri
döndüğümüzde, bu
tarihlerde Don nehrinin alt bölgelerine yerleşen Çuvaşların ataları
Türklerden çok
uzaklarda yaşamaktaydılar ve "Çuvaş” ismiyle henüz çağrılmamaktaydılar.
Komşuları bunları ya "Hunlar” ya da "Hazarlar” şeklinde
adlandırmaktaydı. Rus vakayinameciler, bunları önceleri "Kozary
Belovezhskie”, "Khazars Sarkelskie” şeklinde isimlendirmekteydiler, daha
sonra ise İdil’in sağ tarafındaki dağlık bölgenin şartlarının huylarına
tesirlerine kasten "Dağlı Tatarlar” demekteydiler.
Çuvaşlar
ise kendilerini "sin” ("adam”, "halk”) diye çağırmaktaydılar,
buna en iyi delili daha önce yerleşmiş oldukları yerlerin isimleri
sağlamaktadır: Sinpur, Sarsin, Saksin vesaire. "Çuvaş” kelimesi ilk
olarak
1510 yılında Rus idari belgelerinde geçmektedir.
Çuvaşlar ve etnik
oluşumlarına dair bu monografiyi sona erdirmek için, "Kuzey Hunların
Türkçe konuşulan bölgeye gelmesinden sonra diyen” meşhur Çuvaş tarihçi
Prof. S.
Malyutin’in "bunların etnik oluşumu yeni bir aşamaya girdi. Bu tarihten
sonra, Çuvaşların atalarının dillerinin Türkleştirilmesi daha da
yoğunlaştı. Bu
yoğunlaşma 4-7. yüzyıllarda "Halkların Büyük Göçü” sırasında Türk
kabileleri ile kaynaşmalarıyla ve daha sonra da kendilerini Hazar
Hanlığı’nda
Türkçe konuşulan bir ortamda bulmalarıyla doruk noktasına ulaştı.
Türko-Moğol
ve diğer unsurları içeren bu Hun dilinin Türk dilinin özel bir tipine
dönüşmesi
de asıl bu dönemdedir” cümlelerini alıntılayalım. "... Bunların olduğu
tarihte diyerek” Malyutin şöyle devam ediyor, "kendilerine ait orijinal
bir dile sahip olunca, bir etnik grup olarak Çuvaşların tarihi başladı
ve bu,
Çuvaşlar tarih içinde ilerlerken bir etnik kültürün oluşmasına sebep
oldu. Bu
kültürün karakteristik özelliği, İran (ve Eski İbranice-Ya. Kuzmin
Yamandi’nin
yorumu) kültürlerini aktif bir şekilde benimsemesidir, özellikle de din
ve
sanat alanlarında. Yeni yerlerinde, Orta Asya’dan getirdikleri
kültürlerinden
pek çok usuru yitiren Çuvaşların ataları, dilleri ve özleri anlamında,
tedricen
Türkleştiler ve yeni manevi imajlarıyla tamamen yeni bir halk oldular.”
Doğal olarak, Prof.
Malyutin’in bu görüşlerini bütün tarihçiler gibi bu monografinin yazarı
da
paylaşmamaktadır, fakat Çuvaş tarih bilimi ve akraba bilimlerinin
bugünkü
şartları daha mantıklı bir sonuca ulaşmamıza da imkan vermemektedir.