Çuvaşlar ve Etnik Oluşumları
Kuzmin-Yumanadi, Yakov; Kuleshov, Pavel.
Çuvaşlar ve Etnik Oluşumları, Çev. Babür Turna, Türkler Ansiklopedisi, Cilt II, 12. Bölüm, Balkan Ciltevi, Ankara, 2002, [s. 491-496], s. 859-868.
Gerçeğin Peşinde
Dünya üzerinde Türkçe konuşan değişik milletler arasında belki de en olağandışı ve gizemli olanlardan biri de Çuvaşlardır. Bu durum, Çuvaşların Çin sınırı yakınlarında bir yerlerde oluşan en eski Türk halklarından biri olduğu gerçeği ile açıklanabilir. Çuvaşlar, daha sonraları, birkaç yüzyıl boyunca Asya ve Avrupa’nın değişik ülkelerinde başıboş dolaştılar ve neticede 20. yüzyılda Türklerin, Slavların ve Finno-Ugrik halkların bulunduğu Orta İdil bölgesine yerleştiler. Değişik ülkelerde yüzyıllar boyunca süren başıboş dolaşmaları sırasında, çok farklı kültürleri ve medeniyetleri içselleştirdiler.
Çuvaş dili, Asya ve Avrupa’nın ondan fazla değişik dillerinden unsurlar içermektedir. Moğolca, Çince, Ön Asya dilleri, Ugrik, Farsça, Arapça ve Eski İbranicenin bütün lehçelerinden kelimeler içermektedir. Bunlara ilaveten, daha sonraları Slav ve Finno-Urgik dillerin yanı sıra, uluslararası kelime hazinesinden de bu dilin kelimeler aldığını belirtmeye bile gerek yok. Bu yüzdendir ki, müşteşrik/oryantalist Fraen bir seferinde Çuvaş dilini, değişik lehçelerin karışımı anlamına gelen ein verbastertes deyimi ile tanımlamıştır. Bununla birlikte, Çuvaşların da diğer milletler üzerinde yoğun bir etkide bulunduklarını gözlemlemekteyiz. Özellikle, Farsça, Moğolca, Osetince, Avarca, Çeçence- İnguşça, Rusça, Almanca ve Macarcada Çuvaş dilinden alınmış kelimelere rastlanılmaktadır. Hala, özellikle Mari, Udmurt, Mordovyan ve Komi dillerinde bol miktarda Çuvaşça kelime bulunmaktadır.
Yukarıda verdiğimiz bilgiler, değişik ülkelerden meraklı bilim adamlarının uzun süredir niçin bu garip milleti ve bunların orijinine dair muammayı anlamaya ve açıklamaya çalıştıklarını net bir şekilde açıklığa kavuşturmaktadır. Fakat, bu bilim adamları bu insanların geçmişleri ile alakalı hiçbir delil bulamamışlardır. Çünkü, Çuvaşların ataları kendilerine ait bir yazıya sahip olmamışlar ve dolayısıyla kendileri ve orijinleri/asılları ile alakalı geride hiçbir bilgi bırakmamışlardır. Tarihçiler de, genellikle gerekli bilgilerde bir eksiklik olduğunda, arkeologlar, etnografyacılar ve dil bilimciler gibi alakalı disiplinler ya da yakın alanlardan uzmanların yardımına başvurmaktadırlar. Yine de, bizim vakamızda söz konusu bilimlerin de bir yardımı olmamaktadır. Çünkü, Çuvaşların kendi bilim adamları bulunmazken, Rus ve uluslararası bilim adamlarının Çuvaşları incelemeye harcayacak zamanları yoktur. Bu yüzdendir ki, Çuvaşların tarihi ve orijinlerine kafa yoran tarihçiler kendi hipotezlerini kurmak zorundadırlar.
Aşağıda bunlardan en çok bilinenlerin kısa bir listesi bulunmaktadır. Böylece, Prof. Sboev Çuvaşların, bir zamanlar Orta İdil bölgesinde yaşamış olan Butasların soyundan geldiği sonucuna ulaşmıştır. Prof. Tikhomirov ise Çuvaşların, eski Rus el yazmalarında Mariler, Mordovanlar ve Çuvaşların diğer komşuları ile birlikte adı geçen eski Veda kabilesinin soyundan olduklarına inanmaktadır. Öte yandan, Prof. Khudyakov bunların Avarların soyundan geldiğini düşünmektedir. Prof. Klauson da, bunlara eski Tavgac halkının soyu olarak bakmaktadır. Prof. Khalikov ise, bu halkın İmenkovskaya ve Azelinskaya arkeolojik kültürlerinin yaratıcısı olan Kama bölgesinin en eski sakinlerinin soyundan geldiğine inanmaktadır. 5 Prof. Tatischev de, Çuvaşların eski İdil Bulgarlarının soyundan olduğunu düşünmektedir. Prof. Ashmarin, Bulgar müttefikleri olan Suvar kabilesinin soyundandırlar, demektedir. Prof. Kakhovskiy, bunların Çuvaş dilleri konuşan ikinci tip Bulgarların takipçisi olduğunu ifade ederken, Prof. Malyutin de Çuvaşların ikinci tip Bulgarların soyundan geldiği görüşünü paylaşmaktadır. Prof. Fraehn, bunların «Eski Hazarların dağılmış kolu» olduğunu belirtirken, Prof. Yegorov, Çuvaşların eski Sümerlerin ta kendisi olduğu sonucuna ulaşmaktadır. Akademisyen Marr ise değişik yayınlarda, «Çuvaşlar İdil üzerindeki Jefeditlerdir», «Çuvaşlar Sarmatyanlılardır», «Çuvaşlar bizim Basklarımızdır», «Çuvaşlar, isimlerine göre, Sümerlerdir», «Çuvaşlar Kuperlerdir», «Çuvaşlar İberyanlardır» vesaire gibi Çuvaşlar hakkında çok miktarda görüş ileri sürmektedir.
Yani, Çuvaşlarla ilgili tarihi literatür, bunların etnik oluşumu konusundaki yorumlarda çok farklı ve birbirleriyle çelişen fikirler sunmaktadırlar ve sıradan bir okuyucu için bunların nerede doğru, nerede yalan söylediklerini anlamak tamamen imkansızdır. Herhangi bir yorumu doğru bir şekilde anlamak ve değerlendirmek için, bu teorilerin yaratıldığı ve akraba bilim dallarındaki gelişmelere dayanarak değiştirildiği şartları gözler önüne sereceğiz.
Mesela, Rus Bilimler Akademisi üyeleri 18. yüzyılda Çuvaş bölgesindeki incelemelerine başladıkları zaman, Çuvaş yerleşimlerinin Finno-Ugorlar ile yanyana yerleştiğini ve Çuvaş halkının Finli kıyafetler giydiğini ortaya çıkarmışlar ve Çuvaşların yerli Finliler olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Bu dönemin hemen hemen tüm önde gelen bilim adamları bu fikri paylaşmaktaydılar. Bu bilim adamlarından bazılarının isimleri şunlardır: Erdmann, Garcey, Isaac Maas, Georgi, Miller, Gmelin, Falk, Castrin, Alkvist, Karamzin, Polevoy, Firsov, Radlov ve diğerleri. Ancak, akraba bilimlerin uzmanları, antropolojik özellikleri, etnik kültürleri ve dilleri açısından Finno-Ugorlardan kesin bir şekilde farklılık gösteren Çuvaşların hiç de Finli olmadığını saptadıkları zaman, tarihçiler başka hipotezler ileri sürmeye mecbur kalmışlardır. Bu sefer de, Çuvaşların yerli soyları hakkında ahkâm kesilerek, bunların tamamen bağımsız bir orijinle ayrı bir millet oldukları ve tarih öncesinden beri kendi toprakları üzerinde yaşayageldiklerine dair bir hipotez ileri sürülmüştür. Yerel entelektüeller arasından bu hipotezin takipçileri, bir postula bile geliştirerek «Çuvaşlar Çuvaşlardan neşet etmişlerdir, başkalarından değil; bunlar en erken zamanlardan beri kendi toprakları üzerinde yaşamaktadırlar» diyorlardı. Ancak arkeologların, yaptıkları araştırmalar neticesinde Çuvaş bölgesi ve komşu bölgelerde eski Çuvaşlardan kalan hiçbir arkeolojik kalıntının bulunmadığını saptamalarından dolayı, bu yorumu da ispatlamakta başarısız oldular. Böylece, arkeologlar, kive syava tipi pagan defin alanlarınca temsil edilen bu Çuvaş arkeolojik anıtlarının, Çuvaş yerleşimlerinin ve kiremet kartı denen tapınakların Moğol istilasından sonra ortaya çıktıklarını göstermektedirler. Ayrıca, yazılı kaynaklar Çuvaşların eski zamanlarda burada yaşamadığını ve bu topraklarda, ilk olarak, sadece beşyüz yıl önce görüldüklerini göstermektedir.
Bundan sonra, pek çok tarihçi Çuvaşların İdil Bulgarlarının soyundan gelmiş olabileceklerini düşünmeye başladı. Bu fikir pek çok bilim adamı tarafından oldukça mümkün bir yaklaşım olarak görüldü, çünkü Bulgarlar Moğol istilasından sonra tarih sahnesinden silinirken, bundan çok kısa bir süre sonra Çuvaşlar meydana çıkmaktaydı. Bu yüzdendir ki aşağıdaki bilim adamları Bulgar orijini fikrini desteklemişlerdir:
Tatishchev, Shafarik, Ilminskiy, Kunik, Ashmarin, Gombocz, Kakhovskiy, Dimitriyev, Malyutin, Baskakov ve diğerleri. Bütün bu bilim adamları, «Moğol istilasından önce İdil’in sol kıyısında yaşamakta olan ve Çuvaş dili konuşan İdil Bulgarları, 1236 yılında Moğol orduları tarafından dağıtıldı ve bunlar İdil’in sağ kıyısına göçerek, burada Çuvaşlar diye çağrılmaya başladılar» görüşünü savunmaktadırlar. Orta İdil Tatarlarının da, kendilerinin Bulgarların soyundan geldiğini düşünmelerinden ve hatta Bulgar geçmişlerini hatırlamalarından dolayı, istila sırasında Bulgarların bir kısmının İdil’in sol kıyısında kaldığı ve bunların zamanla Tatarlara dönüştüğü; İdil’in karşı kıyısına geçenlerin ise zamanla Çuvaşlara dönüştüğüne inanılmasına karar verildi. Tatarların Müslüman ve Çuvaşların pagan olduğu gerçeğinden yola çıkarak, bu bilim adamları sol kıyıdaki Bulgarların Müslüman kalmaya devam ettiğine, ancak sağ kıyıdaki Bulgarların İslam’ı terk ederek Çuvaşlara dönüştüklerini düşünmek üzerine fikir birliğine vardılar. Bu yorumdaki Bulgar hipotezi tarihçiler arasında büyük bir şöhret kazanarak, bir çeşit resmi tarihe dönüştü ve birçok ülkede tarih hakkındaki ders kitaplarına, araştırma el kitaplarına ve referans sözlüklerine konuldu.
Yine akraba bilimlerden akademisyenler, daha sonra yaptıkları yeni keşifleriyle, bu Bulgar hipotezini de reddettiler. Dil bilimciler, Bulgarların Çuvaşça konuşmayıp, yaygın bir Türkçe konuştuklarını ispatladılar. İlahiyatçılar ise yüzyıllar boyunca Bulgarların samimi Müslüman olduklarını ve bu yüzden İdil’i geçtikten sonra pagan Çuvaşlara dönüşmelerinin imkansız olduğunu, çünkü İslam tarihinde hiçbir zaman böyle bir olay yaşanmadığını ispatladılar. Arkeologlar ve etnografyacılar da, teknolojileri, ekonomi ve üretimlerindeki gelişme seviyesi açısından Çuvaşların Bulgarlardan büyük ölçüde farklı olduğunu ispatladılar. Çünkü, Bulgarlar demircilik ve kuyumculukta son derece kabiliyetli iken ve ürünleri hala pek çok müzeyi süslerken, Çuvaşlar kuyumculuğu hiç bilmemekteydiler. Bulgarlar iyi debbağlardı ve boyayarak işledikleri deriler «bulgar tovar» olarak bilinmekteydi ve Doğu’da pek çok ülkede bu özellikleriyle ün yapmışlardı; Çuvaşların ise deri üretimi bulunmamaktaydı. Bulgarlar usta çömlekçiydiler ve bunların cilalı seramikleri bütün Orta İdil bölgesinde bilinmekteydi; Çuvaşlar ise, sıvalı seramikler dışında çömlekçilikten anlamamaktaydılar. Genel olarak, Bulgarlar zanaatkarlardı, Çuvaşlar ise yakın zamana kadar zanaatkarlıkla uğraşmamışlardır. Eğer Bulgarlar Çuvaşların atası olmuş olsaydı, yüzyıllar boyunca uyguladıkları bütün kültürlerini sadece ve basit bir şekilde İdil’i geçmekle aniden yitirmiş olamazlardı. Akraba/yakın bilim dallarının bu delilleri ve daha pek çok diğer kanıtlar, tarihçileri Bulgar hipotezinin yanlışlığı konusunda kesin bir şekilde ikna etti.
Ancak, bu hipotezin bütün saçmalıklarını fark etmelerine rağmen, bu hipotezin bazı tez canlı savunucuları, bu hipotezi yine de doğrulamaya teşebbüs ettiler. Mesela, Prof. Ashmarin, uzun zamandır şu görüşü ileri sürmektedir; eğer Bulgarların kendisi Çuvaşlara dönüşmediyse, bunlar onların müttefiki oldular, Çuvaşların isminin Çuvaş dilini konuştukları iddia edilen Suvarların isminden geldiği varsayılmaktadır. Bu bilim adamının da kendi takipçileri vardır; okuyucularını Çuvaşların Suvarların soyundan geldiğine ikna eden Çuvaş tarihçi Dimitriyev gibi. Fakat, arkeologlar Tankeevska yakınlarındaki Suvar mezarlıklarını ve Suvarların eski yerleşim yerlerini kazdıklarında, defnedilmiş olanların Çuvaşlar olmadığını, maskeli olarak defnedilen bu kişilerin tipik Ugor olduklarını gördüler. Macarlarla alakalı olan bu milletler, ölülerini yüzlerinde maske olduğu halde defnetme geleneğine sahip olan Khantı ve Mansilerdi. Daha sonra ise, Suvarların 10-14. yüzyıllarda Bulgarlar tarafından asimile edildiği ve Türkleştirilmiş soylarının hala Tatarlarla birlikte Tataristan’daki yerleşim yerleri olan Ik-Suvar, Nir-Suvar, Sham-Suvar, Yana-Suvar (Yantsevarı) ve diğer bölgelerde yaşadıkları ortaya çıkarılmıştır. Yani, Suvarlar da Çuvaşların ataları olamaz.
Daha sonraları, Çuvaş tarihçiler Kakhovskiy ve Malyutin, Çuvaşların iyi bilinen Türkçe konuşan Bulgarların soyundan gelmediğini, aksine pek tanınmayan Çuvaşça konuşan Bulgarların soyundan geldiğini ispatlamaya çalışmışlardır. Bunlara göre, eski zamanlarda Orta İdil bölgesinde Çuvaşların atası olan Çuvaşça konuşan Bulgarlar aynı dönemdeki Türkçe konuşan ve Tatarların ataları olan Çuvaşlarla yanyana yaşamaktaydılar. Bu versiyon oldukça çekici görünmektedir. Şayet, bu «Çuvaşça konuşan Bulgarlar» sadece hayallerde yaşamayıp gerçek dünyada da var oldularsa; şayet birileri herhangi bir yerde ve herhangi bir zamanda bunlara şahit oldu ya da bunlardan bahsettiyse; ya da şayet bu «Bulgarlar» yer yüzünde en azından, kive syava tipi Çuvaş pagan defin arazisi, Çuvaş yerleşimleri ya da kiremet kartı tapınakları gibi ufacık bir iz bıraktıysa bu hipoteze inanmak bile mümkündür.
Fakat, hiç kimse ne bu Çuvaşların «ataları»nı gördüğü için, ne de bunlardan kalan arkeolojik kalıntıları bulduğu için bu hipotezin de sadece ve sadece bazı hayalperestlerin aylakça konuşmaları olduğu ispatlanmıştır. Genel olarak konuşacak olursak, bütün varyasyonları ve yorumlarıyla birlikte Bulgar-Suvar hipotezinin tamamı çoktandır eskimiş ve gündemden düşmüştür.
Yukarıdaki varsayımlar ve hipotezlerden tam olarak bahsettik, çünkü tarih hakkındaki ders kitaplarında, referanslarda ve Çuvaşlar üzerine uzmanlaşmış literatürde yaygın bir şekilde bu hipotez ve varsayımlarla karşılaşılabilmektedir ve bunlar çoğunlukla okuyucuları aldatmaktadırlar. Bununla birlikte, bu hipotezlerin farkında olmaksızın, okuyucu, bizim aşağıda anlatacaklarımızı anlamakta güçlük çekecektir.
Çuvaşların Gerçek Ataları
Bize Çuvaşların gerçek atalarını gösteren yine arkeoloji, etnografya ve dil bilimi gibi akraba/yakın bilimler olmuştur. İki yüzyıldan daha fazla bir süredir tarihçiler Orta İdil bölgesinde bulunan önceki milletin Çuvaşların etnik oluşumunu sağlayan millet olduğunu iddia ederken, yakın bilimler Çuvaşların atalarının Hun-Hazarlar olduğunu gösteren önemli keşiflerde bulunmuşlardır. Bu sonuca ulaşabilmek için birçok aşamadan geçmek gerekmektedir. Birincisi, dil bilimciler Çuvaş dilinde Eski İbranicenin kelime hazinesinden çok miktarda kelime bulunduğunu saptamışlardır. Bu kelimelerin alınmasının sadece ülke yönetiminin Yahudilerin elinde bulunduğu Hazar Hanlığı’nda mümkün olabileceği anlatılmaktadır. İlahiyat bilimlerindeki uzmanlar da, daha sonra, Çuvaş paganlık dininin, yine sadece Hazar Hanlığı’ndan alınması mümkün olan, Yahudiliğin dogma ve fetişlerine sahip olduğunu ortaya çıkarmışlardır. Etnografyacılar da, eski Çuvaş pagan dininin takipçilerinin uygulamalarında, Yahudi cenaze törenleri, Yahudi evlilik adetleri vesaire gibi pek çok Yahudi halk geleneğinin gözlemlendiğini ispatlamışlardır. Ancak, en kararlı hüküm, eski Hazar Hanlığı’nın toprakları üzerinde Çuvaş tipindeki pagan defin yerleri ve Çuvaş tapınakları bulan arkeologlar tarafından verilmekteydi. Bütün bu bulgulardan sonra varılan sonuç, Çuvaşların Orta İdil’e eski Hazar Hanlığı’ndan geldikleridir ve bu sonuç biraz sonra bahsedeceğimiz bütün önde gelen tarihçiler ve etnografyacılar tarafından doğrulanmıştır: Fraehn, Fuchs, Sboyev, Malov, Rittikh, Hunfalvy, Komissarov, Kuzmin-Yumanadi ve diğerleri.
Ancak, Çuvaşların Hazarların soyundan geldiğini söylemek hemen hemen hiçbir şey söylememek anlamına gelir, çünkü Hazarlar asla bir halk olarak var olmamışlardır. Yine de, eski zamanlarda «Hazarlar» olarak adlandırılan pek çok kabile milletinin yaşadığı bir yer olan bir Hazar ülkesi bulunmaktaydı. Hazar Hanlığı’nın dağılmasından önce bile, burada sadece bir değil, üç farklı etnik grup yaşamaktaydı: Türko-Hazarlar, Hunno-Hazarlar ve Yahudi Hazarlar. Dil bilimciler de, bu üç gruptan hangisinin Çuvaşların etnik oluşumunu teşkil ettiği sorusuna, bugün Hunno-Hazarların sahip olduğu gibi değişmiş haliyle bir Türkçe kullanan ikincisini göstermek suretiyle, bir cevap vermektedirler. Bunu takip eden sonuçta ise, Çuvaşların atalarının Orta Asya’dan gelmiş olan Hunno- Hazarlar olduğu belirtilmektedir. Aşağıdaki bilim adamları da aynı görüştedirler: Aristov, Bartold, Khattory, Firsov, Munkachy, Ramstedt, Gumilev ve diğerleri.
Bu Hunno-Hazarların kim oldukları ve nereden geldiklerini anlayabilmek için, şimdi tarihlerine şöyle bir bakalım. Eski Çin yazılı kaynaklarına göre, bir zamanlar çok güçlü olan Hun kabileleri, henüz yazılı tarihe geçilmemiş olan bir erken dönemde, Orta Asya’da, Moğolistan toprakları üzerinde yaşayan ve kendilerini «insan» ya da «halk» anlamına gelen bir Moğolca kelime olan «Hun» diye isimlendiren bir halktır. Bütün Moğollar gibi bunlar da göçer hayvan yetiştiricileriydi. Antropolojik özelliklerine göre ise, bunlar bazı küçük Avrupalı özellikleriyle Mongoloidlerdi. Hunlar, Hunca konuşmaktaydılar ve proto-Moğol bir dil olan Hunca, Türkçe, Çince ve Ön Sibirya dillerinden unsurlar içermekteydi. Bir Çin uzmanı (Sinolog) olan ve uzun bir süre eski Çince yazılı belgeleri kullanarak eski Hunların tarihi ve dilerini araştıran Rus bilim adamı Prof. N. Bichurin, Hunların Moğolların atası olduğu ve bunların dilinin baskın bir şekilde Moğolca olduğu sonucuna ulaşmıştır. Prof. B. Bergman, P. Pallas, Yu. Venelin, D. Ilovaiskiy, K. Neumann gibi bazı diğer araştırmacılar da, diğer bazı fikirleri de ifade etmelerine rağmen, aynı sonuca ulaşmışlardır.
Milattan sonraki ilk yıllar ya da ilk asırlarda, bir zamanlar tek kitle halinde ve monolitik olan Hun kabilesi Kuzey ve Güney Hunlar olmak üzere iki gruba bölündü. Kısa bir süre sonra, Güney Hunları Çinlilerle bir ittifak yaparken, daha doğrusu onlara katılırken; Kuzey Hunları Çinlilerin ve kendi soyundan olan Güneylilerin düşmanı olmaya devam ettiler. M. S. 124 yılında, Kuzey Hunları Güney Hunları ve Çinlilerden oluşan ortak güçler tarafından ağır bir yenilgiye uğratıldı ve batıya doğru başıboş bir şekilde kaçmaya zorlandılar: İlk önce, Kuzey Batı Moğolistan’a, sonra, Güney Sibirya’ya ve en sonunda Avrupa’ya. Asya’dan Avrupa’ya doğru göç ederken yolları üzerindeki değişik göçmenlerle birleştiler, «Halkların Büyük Göçü»nü başlattılar ve 370 yılında çok dilli beş ana kabileden oluşan bir birlik, Hunlar adı altında Avrupa’yı istila etti ve burada bir Hun devleti kurdu. Bu Hun devletinin parçalanmasından sonra, bunlar Hazarya’ya yerleştiler ve burada Hun-Hazarlar ismiyle tanınır oldular. Henüz Avrupa’ya ulaşmadan önce, Aral gölü yakınlarındalarken, Çin kaynaklarında Kangyuy olarak geçen büyük bir Türk kabilesi ile birleşmişlerdir. Bu tarihten sonra Hunlar, Türkler tarafından kuşatılmış ve bundan sonraki kaderlerinin tamamı Türkçe konuşan değişik kabileler ve milletlerle bağlantılı hale gelmiş ve bu bağıntı sayesinde de tedricen Çuvaşlara dönüşmüşlerdir.
Genelde, bütün Çuvaşların etnik oluşumu temel olarak proto-Moğol dillerinin Kuzey Hunları tarafından Türkçe lehine değiştirilmesini kapsamaktadır. Antropoloji, kültür ve hayat tarzları gibi diğer alanlarda, Türklerden çok az farklılıklar göstermekteydiler. Kendi proto-Moğol dillerinden Türkçe lehine değişiklik yapmaları öyle basitçe Hunca kelime hazinesinin Türkçe lehine ikamesinden ibaret değildi, bunu, kendi Moğol fonetiğinin tarz ve kurallarından sonra alınan Türkçe kelimelerin keskin bir değişimi ve bozulması takip etti. Bu yüzden, «z»nin yerini «r» (rotasizm) aldı, «ş»nin yerini «l» (lambdaizm) ve «k» (g) nin yerini «h» (şetasizm) aldı. Aşağıda, alınan Türkçe kelimelerin Hun-Hazarları tarafından nasıl telaffuz edildiğinin örneklerini bulacaksınız: «boz»-»bor» (buz), «iz»-»ir» (iz), «sekiz» — «sekir» (sekiz), «togoz»-»togor» (dokuz), «otoz»-»otor» (otuz), vesaire. Bu durumda lamdaizm prensibini takip eden aşağıdaki Türkçe kelimelerin Hunca telaffuzları şöyledir: «kemeş»-»kemel» (gümüş), «zitmeş»-»zitmel» (yetmiş), «kiş»-»kil» (kış). «k» («g») yerine «h» sesinin ikamesinin sebep olduğu transformasyonlar da şöyledir: «kara»-»hara» (siyah), «katı»-»hatı» (katı), «kapka»-»hapha» (kapı), «kaynak»-»haymah» (kaymak), vesaire. Bütün bu dönüştürülmüş kelimeler konuşmacıların bir alışkanlığı haline gelmiş ve konuşmalarında kalmıştır. Bunu dilin gramatik yapılarının eş zamanlı dönüşümü izlemiştir, bu da uzun vadede yeni bir rotasizing bir lehçenin oluşumuna yol açıp daha sonra da Çuvaş dili haline gelmiştir.
Böylece, Çuvaş dili, Türkçe kelimelerin proto-Moğol ses formlarına girmesiyle, yani, Türkçe kelimelerin proto-Moğol sesleri ile melezlenmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu süreç, Hunların büyük ölçekli bir Türkleştirme süreciyle eş zamanlı olarak yer almıştır. Bu bakış açısından, Çuvaş dili ferden ve dil bilimcilerin üzerine bolca yazdıkları Altay dil ailesinin varlığı ile hiçbir ilişkisi olmadan bağımsızca oluşturulmuştur. Bir Türk r-dil ailesi olmadığını ve sadece aşağıdaki üç grup halkın bu dili konuştuğunu düşünmekteyiz: Çuvaşlar, Kavarlar Çuvaşlardan ayrılarak Macaristan’a gidenler ve Bulgar-Tatarlarla karışan Besermenler. Bir zamanlar bazı dil bilimciler r-dilini de İdil Bulgarlarına atfetmişlerdi, fakat bu varsayımın, Besermenlerin mezar kitabesi metninin yanlışlıkla Bulgarlara atfedilmesiyle ortaya çıktığı ve yanlış olduğu ispatlandı.
Çuvaşların atalarının Türkleştirilmesi, Hunlar ve Çuvaş dilinin oluşması sürecinin tamamı üç aşamaya bölünebilir. Birinci aşama, Türkçe kelimelerin alınarak proto-Moğol fonetiğinin kurallarına göre değiştirilmesiyle, ki bu r-lehçesinin ve daha sonra da Çuvaş dilinin ortaya çıkmasına vesile olmuştur, karakterize edilebilir. Kronolojik olarak, bu aşama «Halkların Büyük Göçü» ve Hun Devleti’nin varlığını sürdürdüğü döneme denk gelmektedir.
Eski proto-Moğol fonetik sterotipini yitirmiş olan Çuvaşların atalarının Türkleştirilmesinin ikinci aşamasında, rotasizm ve lamdaizme maruz bırakılmaksızın, yeni Türkçe kelimelerin alımı sürdürüldü. Ancak, daha önce alarak dönüştürdükleri kelimeleri muhafaza ettikleri için, bu diyalekt halihazırda savaşçıların ve aristokratların dili haline gelmiş ve bütün görünüşüyle sadece imtiyazlı kastın anlayabildiği karmaşık bir jargon olarak sırf prestij için muhafaza edilmiştir. Tarihsel olarak Hazar dönemi ile kesişen bu aşamada, Çuvaş dilinin Türkçe kelimelerin yanı sıra kadim İbranice ve Farsça kelimeleri de içermeye başlaması çok önemlidir. Bu kelime alımları ne rotasizm (r) ne de lamdaizm (l) ile karakterize edilmektedir, bu da bu dönemde eski Hunca fonetik steriotipinin yitirildiğini bir kez daha ispatlamaktadır. Tıpkı birinci aşamasında olduğu gibi Türkleştirmenin ikinci aşamasında da Çuvaş dili esas olarak j-sesli kelimeleri benimsemiştir: «jol» (yol), «julduz» (yıldız), «jangir» (yağmur), «jurak» «yarık» vesaire gibi, fakat Çuvaşlar «j» harfini yumuşak bir «s» gibi telaffuz etmekteydiler.
Çuvaş dilinin Türkçeleştirilmesinin üçüncü aşamasında, y-sesli Türkçe kelimeler benimsenmiştir. Bu benimsemede hakim olan kelimelerden bazıları şunlardır: «Yola» (adet), «yuri’ (amaç), «yuşkon» (kum), «yomzak» (yumuşak) vesaire. Kronolojik olarak, bu dönem Orta İdil bölgesinde Kıpçak kabilelerin ortaya çıkmasından günümüze kadar geçen dönemle kesişmektedir.
Aslında, Çuvaşçanın ve Çuvaşların Türkleştirilme süreci burada tamamlanmıştır. Ancak, sürecin tamamen sona erdirildiğini düşünmemiz gerektiği son derece açıktır, çünkü Çuvaşlar hiçbir zaman kelimenin tam anlamıyla Türk olmamışlardır. Çuvaşların dili, kelime hazinesi bakımından sadece %50’den biraz fazla olmak kaydıyla Türkçe kelimlerden oluşmuştur, geri kalan kısmı ise birçok dilden alınan kelime hazinesi tarafından teşkil edilmektedir ki, bunun eski kısımları Moğolcayı içerdiği gibi Rusçanın da bir baskınlığı söz konusudur.
Teoride, Çuvaşların bir etnik grup olarak tarih sahnesine çıktıkları tarihi M. S. 820 yılı olarak kabul edebiliriz. Bu tarihte, Hazar Hanlığı’ndaki Hunlar iki kola ayrılmışlar ve bunlardan biri «çuaş» ya da «çuvaş» şeklinde adlandırılırken, diğerleri «kavar» ya da «kabar» şeklinde ismlendirilmişlerdir. Ne var ki, «çuaşlar»dan Bizans kaynaklarında hiç bahsedilmemektedir. Kaşgarlı Mahmud’un ünlü eseri «Divan-ı Lügat-it Türk»te de Çuvaşça ve Çuvaşça kelimelerden bahsedilmemektedir, çünkü 11-12. yüzyıllara geri döndüğümüzde, bu tarihlerde Don nehrinin alt bölgelerine yerleşen Çuvaşların ataları Türklerden çok uzaklarda yaşamaktaydılar ve «Çuvaş» ismiyle henüz çağrılmamaktaydılar. Komşuları bunları ya «Hunlar» ya da «Hazarlar» şeklinde adlandırmaktaydı. Rus vakayinameciler, bunları önceleri «Kozary Belovezhskie», «Khazars Sarkelskie» şeklinde isimlendirmekteydiler, daha sonra ise İdil’in sağ tarafındaki dağlık bölgenin şartlarının huylarına tesirlerine kasten «Dağlı Tatarlar» demekteydiler.
Çuvaşlar ise kendilerini «sin» («adam», «halk») diye çağırmaktaydılar, buna en iyi delili daha önce yerleşmiş oldukları yerlerin isimleri sağlamaktadır: Sinpur, Sarsin, Saksin vesaire. «Çuvaş» kelimesi ilk olarak 1510 yılında Rus idari belgelerinde geçmektedir.
Çuvaşlar ve etnik oluşumlarına dair bu monografiyi sona erdirmek için, «Kuzey Hunların Türkçe konuşulan bölgeye gelmesinden sonra diyen» meşhur Çuvaş tarihçi Prof. S. Malyutin’in «bunların etnik oluşumu yeni bir aşamaya girdi. Bu tarihten sonra, Çuvaşların atalarının dillerinin Türkleştirilmesi daha da yoğunlaştı. Bu yoğunlaşma 4-7. yüzyıllarda «Halkların Büyük Göçü» sırasında Türk kabileleri ile kaynaşmalarıyla ve daha sonra da kendilerini Hazar Hanlığı’nda Türkçe konuşulan bir ortamda bulmalarıyla doruk noktasına ulaştı. Türko-Moğol ve diğer unsurları içeren bu Hun dilinin Türk dilinin özel bir tipine dönüşmesi de asıl bu dönemdedir» cümlelerini alıntılayalım. «... Bunların olduğu tarihte diyerek» Malyutin şöyle devam ediyor, «kendilerine ait orijinal bir dile sahip olunca, bir etnik grup olarak Çuvaşların tarihi başladı ve bu, Çuvaşlar tarih içinde ilerlerken bir etnik kültürün oluşmasına sebep oldu. Bu kültürün karakteristik özelliği, İran (ve Eski İbranice-Ya. Kuzmin Yamandi’nin yorumu) kültürlerini aktif bir şekilde benimsemesidir, özellikle de din ve sanat alanlarında. Yeni yerlerinde, Orta Asya’dan getirdikleri kültürlerinden pek çok usuru yitiren Çuvaşların ataları, dilleri ve özleri anlamında, tedricen Türkleştiler ve yeni manevi imajlarıyla tamamen yeni bir halk oldular. »
Doğal olarak, Prof. Malyutin’in bu görüşlerini bütün tarihçiler gibi bu monografinin yazarı da paylaşmamaktadır, fakat Çuvaş tarih bilimi ve akraba bilimlerinin bugünkü şartları daha mantıklı bir sonuca ulaşmamıza da imkan vermemektedir.